Zaman Boşa Harcanacak Kadar Önemsiz Midir?

Şimdi size hiç bilmediğiniz çünkü muhtemelen daha önce hiç duymadığınız bir şey söyleyeceğim: Hayat çok kısa!

İnsan türünün yaşam beklentisi bundan 20 yıl kadar öncesine kıyasla uzadı. En uzun yaşam süreleri Hong Kong, Macao ve ardından Japonya’da. Yaşam beklenti süresi için ortalama değerler sırasıyla 85.83, 85.51 ve 84.95.

Dünya ortalamasında ise yaşam beklenti süresi 73.4 yıl!


Bu ülkeler ile kıyasladığımızda Türkiye’de bile yaşam süresi aslında çok da kısa değil. Kadınlarda 81.67 olan yaşam süresi beklentisi, erkeklerde 75.62. Ortalama ise 78.68. Neden Türkiye’de bile dediğimi sanırım açıklamama gerek yok. Zaten ülkemiz bu sayılarla 53. sırada.

Bunlar istatistiki veriler. Yani ortalama 78 yıl diye o kadar yaşayacağız anlamına gelmiyor tabii. Kaldı ki iyi yaşanmamış bir 78 yılın da anlamı yoktur sanırım.

Bu verilerin dışında yaşadığımızdan ne anladığımız, ondan ne aldığımız ve kendi hayatımızın süresini nasıl tanımladığımız önemli.

Son yıllarımda ne yaparsam yapayım boşa harcadığım zamanın çok fazla olmaya başladığını, bunun bazı sebepleri olsa da keyif aldığım anların azaldığını fark etmeye başladım. Buna sebep olarak başka insanları ya da diğer tüm dış etkenleri göstermek işin en basit tarafı. Ancak bu galiba dünyayı ve zamanı nasıl algıladığımızla ilgili.

Zaman çok değerli. Ve bunu günümüzde sıkça duyduğumuz çalışma verimliliği, zamanın etkin kullanımı vs. gibi konular açısından söylemiyorum. Zaman hep değerliydi.

Kötü kitaplar da mutlaka okunmalı mı?

Bu dünyaya neden geldik? Bir amacımız var mı? Ya da bunlara benzer birçok soruyu sorabiliyoruz hepimiz. Herkesin kendince açıklamaları vardır elbette ancak günün sonunda bir şekilde dünyaya geldik ve yaşamak istiyoruz. Nedense bir sonu olan hayatımızı dönem dönem ve kendi isteğimizle zindana çevirebiliyoruz.

Bazen bir kitabı okurken sıkılıyoruz ama yine de okumaya, onu zorla bitirmeye çalışıyoruz. Bunu neden yapıyoruz ki?

Birçok nedeni olabilir:

  • Herkesin anladığı ve sevdiği bir kitabı okuyarak onlardan geri kalmama isteği,
  • Klasik ve diğer insanların mutlaka okunmalı dediği kitapları okumak zorunda hissetmek,
  • Çok sayıda kitap okuyarak skor yapma isteği,
  • Alışkanlık.

Aslında böyle bir zorunluluk yok. Okumayı seven biri olarak bazen diyorum ki “Okunacak daha ne kadar çok kitap var!”

Tüm kitapları okuyamayacağımıza göre; yani tüm klasikleri, tüm popüler kitapları ya da tüm fantastik romanları vs. bitiremeyeceğimiz çok açık olduğundan panik yapmanın pek de bir anlamı yok.

Nitelik mi nicelik mi?

Skor yapmaktan ziyade niteliğe önem vermek daha doğru geliyor. Yukarıda bahsettiğim durum gerçekleştiğinde bana da zaman zaman daha hızlı okuma isteği, “Bir an önce bitirsem de diğer kitaba geçsem” arzusu geliyor. Ancak sakinleşebildiğimde o kitabın keyfine varabiliyorum. Zaten keyfine varamadığım bir kitabı da artık hemen bırakıyorum.

Çünkü James Joyce’un da dediği gibi; Hayat kötü bir kitap okumak için çok kısa!

“Life is too short to read a bad book”
– James Joyce

Bu söz, yapmayı sevdiğimiz birçok aktivite için kullanılabilir. yapmaktan keyif aldığımız her şeyin kötüsü bizim için zaman kaybı olacaktır. Yaşamdan zevk almak, yaptığımız şey ne ise onu mümkün olduğunca kaliteli yapmak, niceliğe değil niteliğe önem vermek yapmamız gerekenler olabilir. İnanın başkalarını kırmak pahasına bile sevmediğimiz bir şeyi yapmak zorunda değiliz.

Örneğin; hayat kötü müzik dinlemek için de kısadır. Her ne kadar ben zaman zaman aksini düşünsem de zevkler tartışılmaz diyebilirsiniz. O durumda kendiniz hangi müziği seviyorsanız onu dinleyebilirsiniz. Kötü müzik sizi mutsuz eder. Maruz kalırsanız da kulaklarınızı tıkayabilirsiniz 🙂


Velhasıl kelam;

İnsan türünün yaşam beklentisi bizim hatırladığımız dönem içerisinde bile hızla yükseldi. Tıp ve teknolojik gelişmeler söz konusu olduğunda türümüzün ivmelenen bir gelişimi söz konusu ancak yukarıdaki istatistiklerde her geçen gün daha büyük sayılar görsek bile hayat kötü bir kitap okumak için her zaman kısa olacaktır.

Bu yazıyı her zamanki gibi önce kendime yazdım 🙂