İnsan karmaşık bir organizma.
Marjinal biri olmasam da genellikle toplumsal normların dışında bir hayatım oldu. İnsanların bana dayattıklarını yapmamaya çalıştım çoğu zaman. Özellikle bu durumun farkındaysam.
İstemediğim işte çalışmadım, istemediğim ilişkiyi yaşamadım, istemediğim ortamda bulunmadım.
Zamanla daha tekil bir hayata doğru yol aldım. Biraz daha kendi sınırlarım içerisinde yaşamaya başladım. Yaş aldıkça belki böyle oluyordur. Ama nedeni tam olarak bu mu bilemiyorum.
Ancak ilginç bir şekilde sürüden ayrıldığım ölçüde huzursuzluğum da arttı.
Aslında bundan garip bir şekilde memnunum. Başkalarının istediği şekilde yaşamamanın bedeli zaman zaman yaşanan huzursuzluksa eğer, bu benim açımdan gayet kabul edilebilir bir durum.
Bütün bunlar bir yana, hayatıma dışarıdan birinin gözüyle baktığımda, sürüden ayrılmanın daha fazla özgürlük hissi vermesi gerekirken, bunun huzursuzluğunu neden yaşadığımı düşündüm hep.
Sosyal Bir Hayvan Olarak İnsan
Aristo, Politics adlı eserinde şöyle der;
“İnsan doğası gereği sosyal bir hayvandır. Doğal olarak ve tesadüfen asosyal olan bir birey ya dikkatimizin altındadır ya da insandan daha fazlasıdır. Toplum bireyden önce gelen bir şeydir. Ortak yaşamı sürdüremeyen veya buna ihtiyaç duymayacak kadar kendi kendine yeterli olan ve bu nedenle topluma katılmayan kişi ya bir canavardır ya da bir tanrı.”
Aristo burada topluluğun önemini vurgularken, ortak yaşama katılmayan veya başkalarına ihtiyaç duymayacak kadar tamamen kendi kendine yetebilen bir bireyin normun istisnası olduğunu belirtiyor.
O’na göre bu tür bireyler sosyallik gibi temel insan özelliğinden yoksun olarak hayvanlara ya da insan sınırını aşacak düzeyde kendi kendine yetebilmeye sahip tanrılara benzerler.
Benim huzursuzluğum dışarıda kalmaya çalışıp, Aristo’nun dile getirdiği “normun istisnası” olacak ölçüde kendine yetmeyi becerememek, topluma ihtiyaç duymadığını düşünüp aslında tam olarak onsuz yapamamaktan kaynaklanıyor olabilir.
Ait Olabilmek
İnsan bir topluluğa, bir gruba ya da bir ilişkiye ait olmak isteyebiliyor. Bu aidiyet ihtiyacı onu sosyal olmaya, diğer insanlarla ilişki kurmaya yöneltiyor.
Bu sayede kabul görme, kendine güvenme, duygusal destek, iş birliği sayesinde zorlukların üstesinden gelme, iletişim kurma ve öğrenme gibi ihtiyaç duyduğu birçok konuda ilerleme sağlayabiliyor.
Dolayısıyla tercih ettiğinde bile yalnız olmak iyi gelse de sosyal bir canlı olduğunun ve diğer insanlara ihtiyaç duyduğunun farkında olması gerekiyor.
Çağımız bize insanın giderek yalnızlaştığı duygusunu veriyor ama burada bir kavram karmaşası var. Yalnız hissetmek ile yalnız kalma isteği aynı şey değil.
Yalnızlaşmak, yalnız hissetmek, son yüzyıla baktığımızda sıra dışı bir artış göstermemiş ama yalnız kalmayı tercih etmekte belki bir artış vardır, bilemiyorum. Çünkü nüfusun hızlı artışı, sanal olarak sosyalleşmenin fiziksel olandan daha karmaşık ve fazla olması, çok sayıda insana maruz kalmak, birey üzerinde böyle bir ihtiyaç yaratıyor olabilir. Sadece tahmin yürütüyorum.
Özetle;
Toplum bize uygun olmayabilir ancak bu uygunsuzluğun üzerimizde yarattıkları onun dışında kalmaya çalışmakla çözülecek gibi değil. Kaldı ki tamamen dışında olabilmek mümkün olmayabilir.
İnsan topluluğunun değişimi ve gelişimi zaman alıyor. Bireysel yaşam süremiz içerisinde büyük değişimlere tanık olamayabiliriz ancak ortak yaşam bizim kişisel olarak gelişmemize yardım ettiği gibi toplumsal gelişimi de sağlıyor.
İnsan beraberce öğreniyor ve değişiyor.
#kendimenot
tr.dincer sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.